31 Ağustos 2011 Çarşamba

Her gün, yeni bir gün...

Başımıza ne geliyorsa hayatımızı filmlerdeki gibi yaşamak isteyişimizden geliyor bence. Böyle "umudunu kaybetme" "anı yaşa" gibi gaz veren sloganlar, çok güçlü, çok çalışkan kahramanlar... Önce bir müddet mutsuz olur bunlar, işleri kötü gider, bir şeyler kaybederler (aşk, iş, para vs.). Kısacası dibi görürler. Filmlerin sonunda da hep mutlu olurlar, ortak nokta da budur.
İşte orada ve çok mutludurlar, yaşadıkları büyük ve güzel şehirde, güneş pırıl pırıl parıldarken ellerinde kahveleri yüzlerinde sırıtkan bir ifade yürürler kaldırımlarda, sabah rüzgarı arkalarından eserken bir şarkı girer bir de. "kimse beni yıkamaz" mesajlı, çiçekli böcekli, kuş sesli. O  insanı kimse yıkamaz, işte, bakın sonunda çok mutlu olmuştur ve hayatının sonuna kadar da öyle yaşayacaktır.

Eğer yeterince böyle film izlememişseniz siz de gaza gelebilirsiniz. Yarın 8'de uyanırım (Ah! Ne kadar da güzel bir sabah), duşumu alır taze çayımı-kahvemi yudumlarken arkamdan böyle bir müzik başlar benim de, sonra dersime (ya da işime) giderim. Rüzgar yolda saçlarımı savurur, ben dersi kusursuz bir konsantrasyonla dinlerken bir yandan da inci gibi yazımla notlar alırım. Dans kursuna başlarım, bilmem kaç aydır baş ucumda okumamı bekleyen kitabı okur, daha sonra yeni kitaplar alırım, ayda 2-3 kitap bitirir, mutlaka sinemaya ve tiyatroya giderim, hafta sonları arkadaşlarımla buluşur eğlenirim. Her gün X dakika ders notlarıma bakarım. Fotoğrafçılık kursuna bile giderim belki, ne zamandır istiyordum. Mutfağa daha çok girer, yeni tarifler denerim. Çok sosyal, kültürlü, mutlu bir insan olurum, hayata verdiklerimin karşılığını da böylece alı.... hops. Burada duralım. Bu filmlerden yeterince görüp, bu gaza gelişi defalarca yaşadıktan sonra buraya yazacaklarım hiç ama hiç iç açıcı değil. İşin gerçeği kendimi böyle "bundan sonra çok çalışkan, özgüvenli, erkenden uyanan, asla ders kaçırmayan zıpçık gibi bir insanım" diye gaza getirdikten sonra (yani ertesi gün) yaşadığım hayat hiç değişmedi. Değiştiremedim ne kendimi ne yaşadıklarımı. Ve bu döngü tekrarladıkça "başarı hikayesi" konulu filmlere olan bakış açım da değişti. Mümkün olduğunca izlemedim. Çünkü o eski gaza gelme hissinin yerini; kendine, hayatına, monotonluğuna sövgü, derin bir hayal kırıklığı ve yalnızlık hissi aldı.
Ertesi gün asla erkenden kalkıp duşunu alıp kahve-çay yapıp, enerjik bir halde yollara düşen insan olamadım. Ertesi gün ilk dersi kaçırdım, baş ağrısıyla uyandım, ilk bilmem kaç dersi kaçırdıktan sonra kendime söverek kafamın içindeki GİTMEK İSTEMİYORUM OKULA sesine kulak tıkamaya çalıştım. (Genellikle başarısız olarak, kalan dersleri de kaçırdım.) Saçlarım hiç bir zaman istediğim şekli almadı, giydiğim kıyafet üstümde benim için dikilmiş gibi durmadı... Taktığım kolye bile ters döner benim. Cidden, ben dün niye gaza gelmiştim ki?

Eğer yeterince mutsuzsanız, yani, hayatınızdan (aslında kendinizden) ve gidişatından memnun değilseniz, bir film ya da dizi izlerken, kitap okurken... hayatın herhangi bir yerinden kendinize benzetebileceğiniz karakterler ararsınız. Ben böyleyim. Film izlerken gördüğüm en perişan ve dağılmış haldeki insanla özdeşleşirim. Filmin sonunda o çok mutlu olsun isterim. Sanki onun mutlu sonuna ulaşması, benim için hala umudun var olduğunu kanıtlar. Sanki onun mutlu olması, "bak bu bile mutlu oldu, demek ki sen de olacaksın" mesajını verir bana. Evet aslında çok zor değil hayatını değiştirmek, eminim pek çok insan yapıyordur. Memnun olmadıkları şeyleri değiştirip, kendileri için daha çok çabalayıp,  hayatlarını yoluna koyan güçlü insanlar var. İşte burada benim "asimileliğim" devreye giriyor. Yok efendim erken uyan, enerjik ol, çalışkan ol, umut dolu ol, insanlara gülücük saç, sabırlı ol falan... Ben nerede, bunlar nerede? Belki bir zaman bir yerlerde içimde bunları başarabilecek güçte biri vardı, ama maalesef, o artık "asimile".


İşin özü, her gün yeni bir gün, evet ama, o; her şeyi değiştirip taze başlangıçlar yapabileceğim "yeni" güne uyanan...
"aynı" ben.

29 Ağustos 2011 Pazartesi



Jeff Buckley...


Adam kesinlikle benden güzel. Erkeklerin bu kadar GÜZEL olabiliyor olması kadınlara haksızlık bence.


Bir de bu, insanın kalbini yerinden söküp atan şarkıları. Sesinin zaman zaman hırçın, biraz hüzünlü, ama hep yumuşacık tınısı. Kesinlikle insanlığa hediye olan ve erkenden elimizden alınmış sihirli yeteneği...






Not: Ölü adamlara aşık olmak iyi değil, evde denemeyin .