3 Temmuz 2011 Pazar

Bana göre, dünyanın en komik manzaralarından biri, şehir lazer gösterilerinin gökyüzünün bir kısmını dolaşırken bir yıldızın kenarından geçtiği, yıldızın ışığının yanında soluk kaldığı, yine de anlamsızca bir uçtan bir uca hareketine devam ettiği görüntüdür. İşte bu manzarayı uyumaya çalıştığım yatağımdan tek bir sahnesini kaçırmadan izlerim. İzlerim, çünkü uyuduğum yerden pencere aracılığıyla gökyüzünün görünmesine özellikle dikkat ederim. Çünkü huyum bu, şehir karanlığında bir yıldız da görsem benim için kardır. Fakat açıkçası son yıllarda beklentilerimi düşürdüm. Belki bunda gün geçtikçe bozulan gözlerimin yıldızları artık sinir bozucu bir şekilde seçememesinin yahut yıldız ışığını olması gerekenden büyük ölçülere yayıp onun öz parlaklığını dağıtmasının da payı var.
Hiç beklentimin olmadığı bazı geceler ise perdeyi açmadan sadece uyumak için uzanırım. Sadece uyumak, düşünmemek için uyumak. Gözünü göğe dikerse, illa ki bir şey düşünür insan.

Dün gece ise henüz yaylada iken, şehre dönmeden yıldızlara doymak amacıyla, balkonda birkaç saat gözlerimi göğe diktim. Ölmeden hep orada duran ahaliyle teker teker göz göze gelmek mümkün olsun istedim, nedensiz. Ve bulunduğum kısımdan görünenlere tek tek baktım. Her biriyle yeni tanışır gibi, yahu şimdiye kadar nerelerdeydin? dercesine. Biraz konuştum onlarla, bir şarkı bile söyledim: http://fizy.com/#s/1ajdje. "Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye? kimse bilmez" derken bir yıldız kaydı, hayatımın romantik oyunları, kandırmıyor artık. Pek umursamadım. Yoksa umursadım mı? Sahiden umursamasam şu an anlatıyor olur muydum? Boşver. Sonra sevdiğim insanları düşündüm. "Gerçekten" onları düşündüm. Hayatlarında, ruhlarında olup biteni hissettim. Hepsi için güzel şeyler diledim. Diledim. Başka bir şey yapamadım. Yıldızlar kayıyordu, umursamadım. İlgimi çeken, orada sabit duran takım yıldızlardı. Bunca yıl var, gördüğümde sadece büyük ayı'yı tanıyabiliyorum. Aslında hep eski çağlardan birinde, gökyüzünü gözlemleyen, dünyanın şekli, evrendeki yerimiz yahut bu tip konular hakkında birtakım fikirler yürüten bilginlerden olmak istediğimi düşündüm. Kopernik'le düşünür taşınır, bir şeyler bulur ve evlenirdik. 21. yüzyılda her türlü postere sırt çevirip bir tablosunu kitaplarımın arasında sakladığımı bilse etkilenirdi bence. Böyle böyle düşüncelerim ve ben birkaç saat öylece baktık gökyüzüne, hayatımın romantik oyunları kandırmadığı gibi birkaç saat öyle kalınca boynum da çok ağrıyor. Güzel olan şu ki, gözlerimi uyumak için kapattığımda göz kapaklarımın karanlığında gördüğüm manzara, yıldız dolu gökyüzüydü. O oradan silinene kadar, uyudum.

Gelelim şimdi'ye.
Bugün şehrin sıcağında tek başıma, dağ havasının aksine klima, kemiklerimi sızlatırken, dünün aksine sevmediğim şeyleri düşünmeye itiyor beni bu ekran. Yine dünün aksine balkonun bana sunabileceği en iyi manzara, başta bahsettiğim lazer gösterisiyle komikleşen bir gökyüzü. Gözümde tıpkı basit bir lazer gösterisi gibi komikleşiyor kalabalık da. Onun pek şaşaalı sandığı, anlamsız, yoran çabaları. Üstelik söyleyecek ne kadar sözüm varsa, hepsi şehrin ışığıyla teker teker sönen yıldızlar gibi bu gece.
Ve ne varsa bana ah ettiren, akşamleyin durduk yere, bir zamanlar okuduğum Samuel Beckett'ın şu sözünü arattırıyor bir hışımla:
""Bu arada şunu söylememe izin verin: Hiç kimseyi bağışlamıyorum. Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad.""


Tuhaf. Dün gece ve bu gece hissettiklerim birbirinden, tepedeki gök kadar farklı. Aynı zemin, aynı varoluş, Oysa görünen; farklı. Yine de, görünmeseler de, yıldızların orada olduğunu bilmek iyi.
Olmayasıca umut kadar iyi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ben de düşündüm