25 Mayıs 2011 Çarşamba

Arpaları sallayan rüzgar



The wind that shakes the barley, 18. yüzyıldan bir irlanda baladı. İrlanda isyanı sırasında, isyan ordularına katılmak için aşkını feda eden bir direnişçinin ağzından yazılmış. insanın içine oturan, hayatını sorgulatan türden...

vadinin yeşilliğinde oturdum,
oturdum gerçek aşkımla,
kederli kalbim,
eski aşk, ve yeni aşk arasında
seçim yapmak için çabaladı.
eski olan o'nun için,
yeni olansa;
hafif bir rüzgar ormanın açıklığından aşağı eser
ve altın arpaları sallarken,
beni irlanda üzerine sevgiyle düşündürten...

bizi bağlayan bağları koparacak
acı kelimeleri söylemesi zordu.
ama, bizi saran "el zincirlerinin"
utancını taşımak daha zordu.
ve böylece,
"sabah erkenden, dar vadiyi arayacağım,
ve katılacağım cesur irlandalılara,
tatlı rüzgarlar arpaları sallarken." dedim ona.
üzüntüyle öptüm gözyaşlarını...
kollarını sararken bana
düşmanın atışı kulaklarımızda patladı
ormanın dışından, çınlayarak
bir kurşun delip geçti,
gerçek aşkımın kalbini.
hayatın ilk baharında
çok erken,
göğsümün üzerinde, kanlar içinde, o öldü.
tatlı rüzgarlar salladı arpaları...

onu bir dağ çayına taşıdım
yaz çiçekleriyle dolu
yerleştirdim yeşil ve yumuşak dalları
kanla lekelenmiş koynunun üstüne
ağladım ve öptüm onu, cansız bedenini,
sonra koştum vadi boyunca
düşmandan alınacak intikamım,
tatlı rüzgarlar arpaları sallarken...

ama kana kan, acıma yok.
aldım Oulart tepesine
ve yerleştirdim aşkımın cansız bedenini,
en yakından izleyeceğim yere.
mezarının çevresinde ümitsiz dolaşırken,
şafak vakti, öğlen ve gece,
her duyduğumda, kırılan bir kalple
arpaları sallayan rüzgarı...

Bir tarafta aşkı, bir tarafta vatanı. Daha doğrusu, onun deyişiyle; bir tarafta eski aşkı bir tarafta yeni aşkı...
Belki biraz kalpsizim, belki aşka inanmıyorum artık ama, hiç bir zaman birisini vatanımdan daha fazla sevebileceğimi düşünmedim. Ben de tıpkı o genç gibi vatanımı seçerdim. dağı tepesi, denizi, türküsü, çiçeği, bulutu, rüzgarı, ağacı ve hatta insanlarıyla, içimi titreten vatanımı...

İrlandalıların anlatacak çok hikayeleri var o zamanlara dair. "el zincirlerini" kırmak için verdikleri özgürlük mücadelesi, bu uğurda kaybettikleri, kazandıkları... Bu şarkıdan -konu olarak olmasa da- isim olarak esinlenerek the wind that shakes the barley adını alan filmi izlemenizi öneririm mutlaka.

"Neye karşı savaştığını bilmek kolaydır, ne için savaştığını bilmek zordur."

Not: şarkı sözlerinin çevirisini kafama göre yaptım, bire-bir çeviri değil.
Hatalıysam aramızda kalsın. :)

20 Mayıs 2011 Cuma

Söyle dost ve öyle gir...



Biz kimiz?
 Dünyanın en yüksek bütçeli yapımlarından birinde figüran olarak da olsa oynama şansına kavuşmuş, ancak o 2 saniyelik sahnesinde, bütün saçları havalanarak karizmasını yerle bir etmiş, yüzündeki ebleh ifadeyle öylece kalakalmış bir adam var dünya üzerinde bir yerlerde... İşte; muhtemelen eşe-dosta “oğlum ben yüzüklerin efendisinde oynadım” bile diyemeyen o "asimile" elf’in kader ortaklarıyız biz. 
İşimizin rast gittiği pek görülmemiştir, şans oyunlarından para kazanmamız imkansıza yakındır, sağanak bastırdığında şemsiyeyi evde unuttuğumuzu farkederiz, sınavlarda attığımızın tutması pek olası değildir, hem kumarda hem de aşkta kaybedebiliriz... Güzel gitmesini umduğumuz şeyler, çoğunlukla kötü biter.

Sivri kulakları , mavi gözleri , pür iradeyi ve gücü , sihiri ve mutluluğu memlekette bırakıp geldik buralara . Asimile olduk . Pılı-pırtı toplayıp kesin dönüş yapacağımız günü, hergün biraz daha solan bir umutla beklemeye devam ediyoruz.

Siz de zaman zaman, ya da her zaman, az da olsa bizim gibi hissediyorsanız, ya da sadece bu bekleyişte yanımızda olmak istiyorsanız, hoşgeldiniz. :)


14 Mayıs 2011 Cumartesi

Başlarken...

 

Altın olan her şey parlamaz,
Her gezgin yitirmemistir yolunu
Gücü olan yaşlı kolay kolay solmaz,
Derindeki kök atlatır donu.
Küllerden bir ateş dirilecek,
Bir ışık fırlayacak gölgelerden
Kırılan kılıç yenilecek,
Şimdi taçsız olan, kral olacak yeniden.